Pazar, Kasım 25, 2012

Efes Pilsen Üzerine Eleştiriler

   Eski ve güzel günlerinden günümüze taşıyamadıklarıyla ülke basketbol gündemini sürekli meşgul eden Efes üzerine bir şeyler yazmak en azından kendi adıma önemli. Çünkü beni basketbola ilk bağlayan, bu oyunun Avrupa ayağında beni cezbeden şeydi Efes Pilsen. Euroleague için özel bir şeyler hissetmemi sağlayan, çarşamba akşamları 21:45'ten 23:00'a kadar babamın "yat artık yarın okul var" uyarılarını geri çevirmemi gerektiren kadar önemliydi. Bugün birçok büyük takım taraftarının itiraf etmekte güçlük yaşadığı bir gerçek var ki ortada, Efes Pilsen ülkede basketbol adına neredeyse tek gerçekti. Bir zamanlar. Bu sefer Efes adına basketbolun teknik ve taktiğini değil, işin daha gerçek kısmını konuşmak istiyorum.

   Ülkede sporun büyük başları basketbol adına yatırım yapmaya başladıktan sonra, özellikle Ülker-Fenerbahçe birleşmesinden sonra doğal olarak basketbol gündemi taraftarıyla beraber o yola girdi. Bu kulüplerin gerek medya olsun gerek ülkedeki insanların geneline hitap etmesi olsun, basketbol camiasında güçlenmeleri ve hatta kirlenmeleri de uzun sürmedi. Bu noktada Efes adına her şey temizdi demiyorum ama neler döndüğünü bilmem imkansız. Konuyu dağıtmadan, Efes'in neden büyük bir hatalar zinciri arasına girdiğini ve yaşadığı psikolojik çöküşü konuşalım. Yukarıda bahsettiğim gibi, Efes Pilsen'in Türkiye için ifade ettiği anlam değişimi aslında bugünün temelinde yatan. Galatasaray ya da Fenerbahçe, bu takım taraftarları için kendi takımları elbette önemliydi ama Efes Pilsen'in o dönemde aldığı destek bir kulüp taraftarlığı düzeyinden fazlasıydı. Avrupa organizasyonlarında Efes Pilsen ülkenin takımı olarak alırdı bu desteği. Bunda, taraftarlar arasında ayrıma gidecek bir politika  olmaması da önemliydi. Bugün var mı diye sorarsanız, yok denilemez fakat rekabetçi ortamın getirdiği bir gerginliğin olduğu kesinlikle söylenebilir.
 
   Şuraya kadar yazılanları özetlemek gerekirse; üç büyük kulübün basketbola rekabetçi ortamı getirmesiyle medya ve taraftar ikilisinde noksan kalan bir Efes gördük. Sadece Efes'le olan bir rekabet değildi bu, diğer üç kulübün giriştiği rekabet arasında kayboldu Efes Pilsen. Bu noktada medyanın tutumu çok açıktı. Sonrasında ortaya çıkan ortamda Efes Pilsen kendi sahasındaki maçları bile 8 bin rakip taraftara karşı oynamak zorunda kaldı. Yalnız kalan kulüp, son derece yanlış yönetim kararlarıyla daha da kötü bir hal aldı. Organizasyonsuz, plansız, para odaklı, gelenin gideni hatırlamadığı bir takım yaratıldı. Para konuştu, paralar savruldu. Tüm bunlar yaşanırken takıma sahip çıkabilecek bir dış oluşumun olmaması, kulübün sadece şirket yöneticilerine bağlı olması zaten kanayan yarayı derinleştirdi. İyi kadrolar kursanız dahi, başarı hiçbir zaman sadece bununla gelmiyor. Bu kadar açık ve ortada olan gerçeği hep eliyle itti Efes. Avrupa'da Amerikalı madeni oldukları zamanları, tüm ülkenin tanıdığı ve izlemeye gittiği oyuncuları bulmakta nokta atışı yapan takımı kaybettiler. Marcus Brown, Antonio Granger ve nicelerinin formaları bugün hala birilerinin duvarında asılı duruyor belki ama yeni nesile hiçbir şey vaad etmiyor Efes.

   Tüm bunların üstüne gelen isim değişikliği, kimlik değişimine gidilmesi için iyi bir fırsat bile olabilirdi. Kanun maddesinin mantığını tartışmıyorum, sadece değişiklik için bir ışık olabilirdi. Şu ana kadar başarılı olduklarını söylemek doğru olmaz, olmadılar demek için ise erken.

   Bir başka değinmek istediğim şey ise altyapı. Efes'in ülke basketbolunda hala hükmettiği konulardan biri bu olabilir. Hala en iyi altyapıya sahip kulüplerden biri onlar, bu bile Efes için geriye dönüş için büyük bir umut. Efes'in artık "harcayan" kimliğinden sıyrılıp "pazarlayan" konumuna gelmesi elzem. Arkalarında bulunan şirket çok güçlü olabilir, ama şuraya gelinen süreçte yaşanan psikolojik travma maddi sıkıntılardan bağımsız Efes Pilsen'i yok edebilir. İsim değişikliğinin bitiremediği Efes'i başarısızlık ciddi manada yıkabilir. Kritik bir dönemeç burası, hele ki her sene çıkan "Efes X ile birleşiyor" iddialarından sonra.

   Şimdiye bakarsak, Efes Oktay Mahmuti ile yeni bir yola girdi. Mahmuti camiayı yakından bilen bir adam, Efes'i de bilen bir adam. Sezon başında konuşulan "Mahmuti'nin takımı değil" konusuna girmek istemiyorum ancak Efes'in bu sezon da verebileceği şeyler sınırlı gözüküyor. Olası bir boş sezondan sonra yeniden bir koç getirmek dehşet verici olabilir. Gerekirse bütçeyi kısıp yıldızlardan uzak durup gerçekten Efes için mücadele edecek olan oyuncularla yola devam edilmeli. Evet Savanovic, Vujacic, Farmar ve diğerleri birer yıldız -genel tabirle, bana kalırsa Vujacic asla bir yıldız olmadı- olsa da bu adamların onları hedefe kitleyecek olan bir taraftara sahip olmadan sahada mücadele etmeyeceklerini biliyoruz. Mücadelen kastım, varını yoğunu vermek. İki sezondur sahada sadece hayalet kadar bile iş yapmayan Stanko Barac'ı hayata döndürecek olan şey Twitter'dan yazılan taşlamalar değil, direkt Barac'ın yüzleşmesi gereken taraftar. Salonda. Bunu şu an yakalamak imkansız gözüküyor, bu yüzden Efes parayı taraftar çekmek için harcamak yerine A lisansına hala sahipken parayı organize edebileceği bir 2-3 sezona bakmalı. Mücadele veren, gerçekten Efes Pilsen için oynamak isteyen oyunculara hala sahipken çok geç kalmamaları da yararlarına olur gibi.

1 yorum:

Technical Faul dedi ki...

Ben Efes yönetimini artık basketbolda sıkılmış, olaya tamamen ticari yönüyle bakar olarak görüyorum. 90'ların basketbol ekolü artık eski yaratıcılığından çok uzak. Bu seneki kadro tekrar geri dönmek için önemli bir fırsat aslında. İyi bir ritm yakalanırsa neden olmasın diyebliriz. Umarım Mahmuti bunun için doğru kişidir.