Loser yani kaybeden kavramı sporun her türlüsünde kullanılır, yalnız bu söz Amerikan sporlarında çok daha farklı bir hal alıyor. Avrupa basketbolunda veya ülkemizde, çemberi daha da büyütürsek futbolda bile bu kavramın yaygın olarak kullanıldığını ben görmedim. Kullanılıyor olsa bile Amerika'nın nam-ı diğer 'Wonderland' basını olayları sulandırmakta çok iyi olduğu için, onlar kadar iyi bir şekilde cilalanıp cilalanıp, yem gibi insanların önüne atılmıyor.
İster kabul edin ister etmeyin, kapitalist sistemin varlığını sürdürdüğü her yerde olduğu gibi 'arz-talep' ilişkisinin var olmasıyla, basın da amacından çıkarak çoğu zaman ilgiyi üzerine çekmek için olması gereken yönden sapıp yanlış yönlere giriyor. Bu da, dolaylı olarak çeşitli 'ensesi kalın' kurbanlar ortaya çıkarıyor, ancak dediğim gibi arka planda kalan başarısızlar çoğu zaman her şey olurundaymışçasına çok fazla eleştirilmiyor. NBA'de koçların veya takım menejerlerinin her zaman oyunculardan daha az eleştirilmesini buna bağlıyorum. Biraz abartılı olabilir belki, ancak Vinny Del Negro, David Kahn gibi adamların iş bulmasının tek açıklaması da bu olsa gerek. İşte lafı tam buradan alıp, Del Negro'nun takımı Clippers'a çeviriyorum.
1970'de Buffalo Braves olarak NBA'in Doğu Konferansı'nda yer alan bu takımın ilerleyen yıllarda değiştirilen isimlere ve şehirlere rağmen değişmeyen kaderinden yola çıkarak günümüze gelelim.
Melekler şehrinin 2 numaralı takımı olmadıkları dönemden başlayalım. 1970-71 sezonunda NBA'e katılan 3 yeni ekipten biri olan Buffalo Braves, henüz ilk sezonunda 22-60'lık derecesiyle kendi tarihini yazmaya başlamıştı. Sonraki sezon draft edilen NBA Hall of Famer'ı Bob McAdoo'yla gelen havayla katıldıkları play-off'larda ilk turlarda elenen Braves, 1976 yazında el değiştirdi. Takım sahibi Paul Snyder hisselerin yarısını iş adamı ve ABA takımı Kentucky Colonels'ın sahibi John Y. Brown'a sattı. Ayrıca takımın yıldızı Bob McAdoo para ve birkaç oyuncu karşılığında gönderildi. ABA'den gelip Blazers'la anlaşan Moses Malone isimli genç, henüz Blazers'la maça çıkmadan -kadrolarında henüz sakatlanmamış sağlam bir Bill Walton var o zamanlar- 2. tur draft hakkı karşılığında Braves'e gönderildi. Braves'le sadece 2 maça çıkan Moses Malone, buradan da Rockets'a gönderildi. 3 defa normal sezon mvp'si, 1 defa final mvp'si ve nice sayısız başarıya ulaşacak bir Hall of Famer'ı böyle elinden kaçırmıştı Braves.
Kötü giden sezonların getirdiği en büyük problem olan bilet gelirlerinin düşüklüğü sebebiyle takım sahibi Brown takımdaki hisselerini satma yoluna başvurdu. Celtics hissedarı Californialı Irv Levin, Braves'e ortak olmak için Celtics'teki hisselerini sattı ve Braves'i başka bir şehire taşımak istedi. Bu şehir, kendi bölgesi olan California'ydı. Sonrasında NBA Genel Danışman'ı David Stern -başkanlığa 1984'te geldi- aracılığıyla NBA takım sahipleri tarafından oylanıp kabul edilen önerme sonucunda, Buffalo Braves tarihin tozlu yapraklarındaki yerini almıştı.
San Diego Clippers ilk sezona hiç fena başlamayıp 43-39'luk bir sonuç yakalasa bile play-off'a kalmayı başaramamıştı. Tıpkı bundan sonraki 13 sezon gibi. Portland'ın sakatlık problemleriyle meşhur olmasının sağlayan isim Bill Walton, ayak sakatlıklarıyla birlikte 1979 yazında San Diego'ya katılmıştı. İlk sezonunda sadece 14 maça çıkabilmiş, sonrasında da eskisi gibi oynayamamıştı.
1981-82 sezonunda takım sahibi Irv Levin takımı şu anki Clippers sahibi iş adamı ve yatırımcı Donald Sterling'e $12.5 milyon karşılığında sattı. Sterling düşük seyirci ilgisinden dolayı araya hatırlı dostlarını koyarak -geçtiğimiz günlerde vefat eden Lakers başkanı Jerry Buss ve Sterling daha öncesinde bir inşaat işinde ortak olmuşlardı- takımı Los Angeles'a taşıdı.
1991-92 sezonunda Spurs tarafından kovulan Larry Brown sezon ortasında takımın başına getirilerek 16 yıl sonra takımı play-off'a taşıdı. Ayrıca o sezon, Clippers'ın galibiyet yüzdesi bakımından Lakers'ı ilk defa geride bıraktığı sezondu. Fakat 1. turda Utah Jazz'e kaybettiler, sonraki sezon yine play-off'a kalmayı başardılar, ancak sonuç değişmedi, yine ilk turda elendiler. Larry Brown, Pacers koçu olmak için takımdan ayrılınca takım yine diplere yöneldi. 1997'de kötü dereceyle (36-46) yapılan play-off'da o sezon finallere kadar yürüyecek Utah'a süpürüldüler. Sonraki sezon draft'ta ilk sıradan seçme hakkını kazandılar, yıllarca konuşulacak bir seçim yaptılar. İlk sıradan seçip, takımı çevresinde yapılandırmayı planladıkları, Nijerya'dan İngiltere'ye göç etmiş bir ailenin çocuğu olan Michael Olowokandi, hiçbir zaman bekleneni veremedi. İki sezon sonra 2000 NBA Draftı'nda 3. sıradan seçme hakkını elde ettiler ve Darius Miles'ı seçtiler. Miles geçtiğimiz yaz St.Louis Havalimanı'nda silah taşıdığı gerekçesiyle tutuklanmış, sakatlıklar yüzünden tepetaklak giden kariyeri, Memphis'le 2008-2009 sezonunda imzaladığı 10 günlük kontratla sona ermişti.
2003-2004 sezonunda Lakers'dan daha iyi bir derece yakalayarak 13 yıl aradan sonra bunu tekrar gerçekleştirdiler, ancak play-off bileti için yeterli olmadı. 1997'den sonra Clippers taraftarı ilk defa 2006'da play-off ışıklarını görebildi. Ayrıca sezonu 47-35'le kapatarak 22 yıllık Clippers tarihinin en yüksek derecesini yakaladılar. İşleri büyütmeye başladıkları bile söylenebilir, çünkü Nuggets'ı play-off'da eleyerek Clippers tarihinde bir ilki başardılar. Takım California'ya geldiğinden beri ilk defa play-off yarı finali görmüştü. Sonrasında ise Suns'a efsanevi bir seri sonucunda elendiler.
2006-2011 arasında geçirilen verimsiz sezonlar sonrasında gelen Chris Paul hamlesi, takımı ayrı bir görüntüye kavuşturdu. Blake Griffin'in draft edilmesinden sonra, onu ilerleyen yıllarda takımda tutmak için iyi bir hamle bekleniyordu. Chris Paul'un takıma eklenmesi tam anlamıyla muazzam oldu. Karşısında kaybedilen şeyler elbette olacaktı, oldu da. Fakat elde kalan gidenlerin çok çok üzerindeydi, NBA'in en iyi lideri ve belki de en iyi point guard'ı.
Chris Paul ligin en iyi guardlarından biri, şüphesiz. Hele ki takımı oynatan guardların neslinin tükendiği bir dönemde takımda iki çok atletik uzun bulunurken onu eklemek, yapılabilecek en iyi seçimdi. Paul 2 sezon önce sakatlıklarla uğraşırken bile Lakers'a kafa tutabilecek kadar rekabetçi ve kazanmayı isteyen bir oyuncuydu. Gerçi o Lakers'ın, Dallas Mavericks'e süpürüldüğünü düşününce Hornets'in ilk turda gösterdiği beklenilmeyen direniş değerini yitirmiyor değil. Ne olursa olsun, onun ne kadar elit bir oyuncu olduğu gerçeği değişmiyor.
Clippers geçtiğimiz sezona göre oldukça geniş bir kadroya sahip. 2012 ilk turunda Memphis'i 4-3 elemelerinin en önemli sebebi Grizzlies'in cidden çok formsuz olmasıydı. Memphis'te oynanan ilk maçta Clippers'ın 27 sayıdan dönüp maçı kazanmasını adeta izlemişlerdi. Clippers o seriyi 4-3 geçtikten sonra beklentiler yükselmiş, ardından Spurs'ı süpürmekten beter etmişti. Seri 4-0 bitmişti bitmesine ancak bir maç dışında diğer tüm maçlarda fark en az 10'du (16, 17, 10, 3). Geçen sezon Clippers'ın skor opsiyonları daha kısıtlı ve pek güvenilir değildi, bench'ten gelen skor opsiyonları Nick Young(!), Bledsoe ve Mo Williams'la sınırlıyken bu sezon Barnes, Bledsoe, Crawford, Odom gibi oyuncular var. Ligin en iyi benchlerinden birine sahipler. Bununla birlikte, geçtiğimiz senelerde 'atletizm'den ibaret' yakıştırması yapılan Griffin, bu sezon oyununu gözle görülür bir şekilde ilerletti. İlk iki sezonunda zorlandığını gördüğümüz post'tan bu sene epey yararlanıyor.
'Vahşi Batı'da bu kez nereye giderler konusuna gelelim. Öncelikle geçtiğimiz yıla nazaran daha iyi olduklarını söyleyerek başlayabiliriz. Rakiplerinin ise kenardan köşeden de olsa ufak tefek gerilediğinden bahsedebiliriz. Lakers'ın tüm sezonu, Thunder'ın Harden'ı kaybetmesi, Spurs'ün yaşlandığı -10 senedir aynı hikaye-, Memphis'in Gay'den vazgeçmesi... Tabii tüm bunlar onların rakiplerinden iyi olduğu anlamına gelmiyor. Spurs ligin en saf basketbol oynayan takımı ve ligin lideri, peki hangimiz Spurs'ün şampiyon olacağına inanıyor? Batı konferasında yeri şimdiden belli olmuş birkaç takımdan biri Clippers. İlk turda Lakers dahil olmak üzere isteyecekleri takımlarla eşleşecekler. Clippers ligin en az sayı yiyen 4. takımı olup, Warriors, Rockets, Lakers gibi hücumuyla öne çıkan takımların istemeyeceği bir takım. Clippers'ın konferans yarı finalinde eşleşmesinin muhtemel olduğu takım olan Thunder'a karşı nasıl bir tepki vereceği büyük merak konusu. Sezon içinde yapılan 3 maçı da kaybettiler. Şimdilik şunu söyleyebiliriz ki Thunder, Clippers'ın stopper'ı. Paul'ün fiziksel olarak Westbrook'un çok altında kalması ve oyun alanının azalması önemli etkenlerden biri. Durant'le eşleşebilecek oyuncunun olmaması da bir başka neden. 3 numaralı koltuğunda kalmaya devam ederse Clippers için play-off 2. turda başlayacak gibi gözüküyor.
Vinny Del Negro'nun da söylediği gibi tüm dizginler Chris Paul'da. Clippers tarihinde daha önce karşılaşmadığımız şeyler göreceksek, bu adam gerçekleşecek o güzel şeylerin başrolündeki kişi olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder