Cuma, Kasım 30, 2012

Popovich vs. Stern

Dün gece NBA'de sadece 2 maç vardı, klasik perşembe programı. Maçlar ulusal kanalda, yani tüm Amerika'nın televizyonunda zap yaptığında basketbol vardı. Zaten bu yüzden perşembe akşamlarına en baba maçlar konulur, TNT'de maçlar anlatılır, insanların ilgisi çekilir, paralar akar.. Dün gece de saat 3'te geçen sezonun şampiyonu Miami Heat ve SA Spurs'ün maçı vardı.

Pop yorgun takımını dinlendirme kararı aldı. Herkesin maç planı suya düşmüş oldu. Gregg Popovich as oyuncularını eve göndererek Miami Heat maçına yedek kadroyla çıkma kararı alması maçtan daha önemli hale geldi. Çünkü çoğu kişi için sporun dışında olay endüstri haline gelmişti. Halbuki maç 105-100 bitti, Miami maçın sonundaki 20-8'lik seriyi yakalamasa Spurs kazanacaktı. Maçın hemen öncesinde Stern yazılı açıklama yaparak tüm basketbolseverlerden özür diledi. Kendi takımını istediği gibi oluşturan koçun ve takımın cezalandıralacağını söyledi. Evet, böyle söyleyince daha acayip geldi ama olayın aslı bu.

                        

Stern'ün ligin bütçesini artırdığı, uluslararası bir hale getirdiği doğrudur. Ancak olay öyle bir noktaya geldi ki sistemin dışına ufak bir adım atan adam cezalandırılıyor, kafasına vuruluyor. Yakında LeBron'un 3-4 oynamasına da karışacak. Neyse seneye gidiyor hehe.

Popovich'in yaptığına sevindim mi, tabii ki hayır. Zaten Chuck'ın Pop ile yaptığı röportajı izleyip kapattım maçı. Ama spor bu yahu, koç istediği kararı alır, istediği adamı oynatır. Ayrıca en önemli oyuncuları son baharlarını yaşayan bir takım 6 günde 4 maç yaptıysa koç da böyle oyuncularını oynatmaz, haklıdır yani.

Popovich olayı çok net açıklamış ama bazı andavallar hala anlamakta güçlük çekiyor.



Profesyonel olarak spor yazan, bu iş için para kazanan bazı adamların Stern'ün ceza kararını desteklemesi ise inanılmaz, anlamıyorum.




Bu da aynı elemanın yazdığı yazı

89-90 sezonunda Lakers Magic Johnson ve Worthy'i oynatmadığı için 25.000 dolarlık ceza almış. Fakat o maçı Portland 130-88 kazanmış. O maçın istatistikleri burada. Gerçi 100 sayıyla bitse de Stern'ün karışmaması gerektiğini düşünüyorum






Son olarak dün geceden Pop-Sir:



Çarşamba, Kasım 28, 2012

First Challenge of Ataman - Accepted

Oktay Mahmuti ile geçen 2 yıl, tartışmalı da olsa biten birliktelik ve 3 kupalı Ergin Ataman ile çizilen yepyeni bir yol. Üst seviye oyuncular, aranılan sinerji ve artan beklentiler... Ergin Ataman'ın Galatasaray'ı sezona 3 kulvarda, 11'de 11 ile başladı. 11'in içinde, kupada Fenerbahçe, ligde ise Anadolu Efes galibiyetleri var. Ama bu 11 maç içerisinde Galatasaray'ın kendinden daha fazla sıkıntıları olan ve daha alt seviye takımlarla oynadığını unutmamak gerek. Nitekim herkesin ilk gerçek sınav olarak nitelendirdiği Lokomotiv Kuban deplasmanı, maç öncesi yaşanan olaylar nedeniyle pek ölçü alınamayacak olsa da, sezonun ilk darbesini de beraberinde getirdi.

Her ne kadar maç öncesi yaşananlar takımın halini, vaktini oldukça etkilemiş olsa da neleri yapıp, çoğunlukla neleri yapamadığımıza bir göz atalım. Kuban'ın farkı yaratan 3 oyuncusu da neredeyse hiç çıkmadan oynadı. Nick Calathes ve Simas Jasaitis sadece maçın sonunda 1 dakika kenara gelirken, Jimmy Baron ise toplamda 2.5 dakika benchte oturdu. Bu 3 oyuncu, 26/49 isabetle 59 sayı ile bitirdiler maçı. Savunmadaki problem çoğunlukla Nick Calathes üzerindeydi. Attığı 20 sayıdan önemlisi yaptığı 10 asist, hemen hemen hepsi penetre-pas üzerinden. Nitekim Jasaitis ve Baron'ın, ekstradan Zubkov'un bulduğu 9 3'lüğün anahtarı burada. Calathes'i savunurken P&R'da switch yapmayı da, show-up yaparak savunmayı da denedi Ataman bu maçta, ama her ikisi de işe yaramadı, üzerine Gordon ve Hawkins dahil, Calathes'in karşısında kalan tüm kısalar bire bir her pozisyonda da Yunan guarda yenilince hücum sistemleri tıkır tıkır işledi Kuban'ın. Calathes'in savunmasındaki sıkıntıyı kısmen fiziksel ve mental yorgunluğa bağlayabiliriz ancak yorgunlukla açıklanmayacak hatalar da yapılmadı değil. Şutu istikrarlı bir oyuncu olmamasına rağmen hep içine kadar girdi Gordon ve Hawkins, topuna el sokmaya çalıştık, ekmeğine yağ sürdük haliyle. Bugünkü maçta Calathes'e biraz mesafe verip geçilmemeye oynamakta fayda var. Dışardan atsın atabildiği kadar, penetresi engelleyip, penetre-pas oyunu oynamasına izin vermemek en akılcı çözüm gibi görünüyor. Baron ve Jasaitis'e fazla girmiyorum, bu iki oyuncunun performansı zaten Calathes'le doğru orantılı çünkü. Yapılacaklar basit, screen çıkışlarında kolaya kaçmadan oyuncuyu kovalamak, şutuna el göstermek yerine top aldırmamaya çalışmak daha mantık dahilinde gözüküyor. Ayrıca pis işleri çok iyi yapan Jasaitis'in hücum ribaundlarını kovalamasına dikkat etmek gerek, tutan oyuncu uyumamalı kesinlikle. Maric'e hemen hemen hiç post oyunu hazırlamadıkları da dikkat çekici bir unsur, P&R oyunlarında kullanıyorlar sadece. Toparlarsak, Calathes'e karşı switch yapmamak, yine Calathes'e karşı bire birde yenilmemek, ve Baron ile Jasaitis'in screen çıkışlarına dikkat etmek gerek.

İşin hücum kısmına gelirsek; penetre, penetre, penetre! Hawkins ve Gordon, Kuban'daki maçta her potaya gittiğinde iyi bir pozisyon çıkardı mutlaka. Hücumun anahtarı bu, kolay geçilen kısalarına karşı kuvvetli ( Hawkins-Gordon) ve hızlı (Ender, Engin) kısalarımızın mutlaka potaya gitmesi. Ayrıca Macvan'ın post oyunlarını Derrick Brown'a karşı çok daha fazla kullanmakta fayda var, her pozisyonda üstünlüğünü rahat şekilde kabul ettirecektir mutlaka. İlk maçta bizim vurulduğumuz silah, penetre-pas aslında onların da panzehiri diyebiliriz yani kısacası. Penetre-pas ve de size avantajımız, Galatasaray hücumunun ana hatlarını oluşturacaktır.

Hücumdan kısa, savunmadan oldukça uzun bahsettik ama zaten maçın anahtarı savunma. Onlar Galatasaray'ın savunmasını yenerek 25 sayılık farkı yakaladılar, Galatasaray ise onları savunmada bezdirip benzer bir marjı yakalamayı hedefleyecek, hedeflemeli. İlk maç sonunda Evgeny Pashutin'in de dediği gibi maç hazırlığı pek iyi değildi Ataman'ın, maç öncesi ULEB'le yaşananan git geller de kısmen kabul edilebilir bir  gerekçeydi ama bu sefer bahane yok. Ataman'ın yaptığı açıklamalara bakarak her zamanki gibi bu tarz mağlubiyetlerinden ardından hırs dolduğunu görmek mümkün, bu kez maç analizini de kusursuz yapacaklarına eminim. 25 sayılık fark çok aldatıcı, yukarıda bahsettiğim küçük değişiklerle tablonun tam tersine döndüğünü görebiliriz yarın. Ergin Ataman'ın Galatasaray'ının ilk ciddi savaşı, rüştünü ilk ispat edeceği gün, karakter koyacağı gün. Galatasaray cephesinin motivasyonu tam, sıra taraftarda o zaman; bugün saat 20:00'de Abdi İpekçi'de görüşmek üzere!

Pazar, Kasım 25, 2012

Efes Pilsen Üzerine Eleştiriler

   Eski ve güzel günlerinden günümüze taşıyamadıklarıyla ülke basketbol gündemini sürekli meşgul eden Efes üzerine bir şeyler yazmak en azından kendi adıma önemli. Çünkü beni basketbola ilk bağlayan, bu oyunun Avrupa ayağında beni cezbeden şeydi Efes Pilsen. Euroleague için özel bir şeyler hissetmemi sağlayan, çarşamba akşamları 21:45'ten 23:00'a kadar babamın "yat artık yarın okul var" uyarılarını geri çevirmemi gerektiren kadar önemliydi. Bugün birçok büyük takım taraftarının itiraf etmekte güçlük yaşadığı bir gerçek var ki ortada, Efes Pilsen ülkede basketbol adına neredeyse tek gerçekti. Bir zamanlar. Bu sefer Efes adına basketbolun teknik ve taktiğini değil, işin daha gerçek kısmını konuşmak istiyorum.

   Ülkede sporun büyük başları basketbol adına yatırım yapmaya başladıktan sonra, özellikle Ülker-Fenerbahçe birleşmesinden sonra doğal olarak basketbol gündemi taraftarıyla beraber o yola girdi. Bu kulüplerin gerek medya olsun gerek ülkedeki insanların geneline hitap etmesi olsun, basketbol camiasında güçlenmeleri ve hatta kirlenmeleri de uzun sürmedi. Bu noktada Efes adına her şey temizdi demiyorum ama neler döndüğünü bilmem imkansız. Konuyu dağıtmadan, Efes'in neden büyük bir hatalar zinciri arasına girdiğini ve yaşadığı psikolojik çöküşü konuşalım. Yukarıda bahsettiğim gibi, Efes Pilsen'in Türkiye için ifade ettiği anlam değişimi aslında bugünün temelinde yatan. Galatasaray ya da Fenerbahçe, bu takım taraftarları için kendi takımları elbette önemliydi ama Efes Pilsen'in o dönemde aldığı destek bir kulüp taraftarlığı düzeyinden fazlasıydı. Avrupa organizasyonlarında Efes Pilsen ülkenin takımı olarak alırdı bu desteği. Bunda, taraftarlar arasında ayrıma gidecek bir politika  olmaması da önemliydi. Bugün var mı diye sorarsanız, yok denilemez fakat rekabetçi ortamın getirdiği bir gerginliğin olduğu kesinlikle söylenebilir.
 
   Şuraya kadar yazılanları özetlemek gerekirse; üç büyük kulübün basketbola rekabetçi ortamı getirmesiyle medya ve taraftar ikilisinde noksan kalan bir Efes gördük. Sadece Efes'le olan bir rekabet değildi bu, diğer üç kulübün giriştiği rekabet arasında kayboldu Efes Pilsen. Bu noktada medyanın tutumu çok açıktı. Sonrasında ortaya çıkan ortamda Efes Pilsen kendi sahasındaki maçları bile 8 bin rakip taraftara karşı oynamak zorunda kaldı. Yalnız kalan kulüp, son derece yanlış yönetim kararlarıyla daha da kötü bir hal aldı. Organizasyonsuz, plansız, para odaklı, gelenin gideni hatırlamadığı bir takım yaratıldı. Para konuştu, paralar savruldu. Tüm bunlar yaşanırken takıma sahip çıkabilecek bir dış oluşumun olmaması, kulübün sadece şirket yöneticilerine bağlı olması zaten kanayan yarayı derinleştirdi. İyi kadrolar kursanız dahi, başarı hiçbir zaman sadece bununla gelmiyor. Bu kadar açık ve ortada olan gerçeği hep eliyle itti Efes. Avrupa'da Amerikalı madeni oldukları zamanları, tüm ülkenin tanıdığı ve izlemeye gittiği oyuncuları bulmakta nokta atışı yapan takımı kaybettiler. Marcus Brown, Antonio Granger ve nicelerinin formaları bugün hala birilerinin duvarında asılı duruyor belki ama yeni nesile hiçbir şey vaad etmiyor Efes.

   Tüm bunların üstüne gelen isim değişikliği, kimlik değişimine gidilmesi için iyi bir fırsat bile olabilirdi. Kanun maddesinin mantığını tartışmıyorum, sadece değişiklik için bir ışık olabilirdi. Şu ana kadar başarılı olduklarını söylemek doğru olmaz, olmadılar demek için ise erken.

   Bir başka değinmek istediğim şey ise altyapı. Efes'in ülke basketbolunda hala hükmettiği konulardan biri bu olabilir. Hala en iyi altyapıya sahip kulüplerden biri onlar, bu bile Efes için geriye dönüş için büyük bir umut. Efes'in artık "harcayan" kimliğinden sıyrılıp "pazarlayan" konumuna gelmesi elzem. Arkalarında bulunan şirket çok güçlü olabilir, ama şuraya gelinen süreçte yaşanan psikolojik travma maddi sıkıntılardan bağımsız Efes Pilsen'i yok edebilir. İsim değişikliğinin bitiremediği Efes'i başarısızlık ciddi manada yıkabilir. Kritik bir dönemeç burası, hele ki her sene çıkan "Efes X ile birleşiyor" iddialarından sonra.

   Şimdiye bakarsak, Efes Oktay Mahmuti ile yeni bir yola girdi. Mahmuti camiayı yakından bilen bir adam, Efes'i de bilen bir adam. Sezon başında konuşulan "Mahmuti'nin takımı değil" konusuna girmek istemiyorum ancak Efes'in bu sezon da verebileceği şeyler sınırlı gözüküyor. Olası bir boş sezondan sonra yeniden bir koç getirmek dehşet verici olabilir. Gerekirse bütçeyi kısıp yıldızlardan uzak durup gerçekten Efes için mücadele edecek olan oyuncularla yola devam edilmeli. Evet Savanovic, Vujacic, Farmar ve diğerleri birer yıldız -genel tabirle, bana kalırsa Vujacic asla bir yıldız olmadı- olsa da bu adamların onları hedefe kitleyecek olan bir taraftara sahip olmadan sahada mücadele etmeyeceklerini biliyoruz. Mücadelen kastım, varını yoğunu vermek. İki sezondur sahada sadece hayalet kadar bile iş yapmayan Stanko Barac'ı hayata döndürecek olan şey Twitter'dan yazılan taşlamalar değil, direkt Barac'ın yüzleşmesi gereken taraftar. Salonda. Bunu şu an yakalamak imkansız gözüküyor, bu yüzden Efes parayı taraftar çekmek için harcamak yerine A lisansına hala sahipken parayı organize edebileceği bir 2-3 sezona bakmalı. Mücadele veren, gerçekten Efes Pilsen için oynamak isteyen oyunculara hala sahipken çok geç kalmamaları da yararlarına olur gibi.